İSAR Güz Dönemi Açılış Konferansı, 13 Ekim 2018 tarihinde “Bilim Nerede Biter? Metafizik Nerede Başlar?” başlığıyla İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Çitil tarafından verildi. Konferansın ana teması Immanuel Kant sonrası felsefî ve akademik söylemden metafiziğin elenmesi ve bilimin elenen metafiziğin yerini nasıl almaya çalıştığı üzerineydi. Çitil, konuşmasına Kant’ın üç kritik kitap yazdığını ve bunların her birinin bir şeyi bilinemez kıldığını söyleyerek giriş yaptı.
Bu üç kitaptan biri olan Saf Aklın Eleştirisi’nde Kant, uzay ve zamanın insan tecrübesinde bir form olarak mevcut olduğunu, dolayısıyla ruh gibi metafizik ögelerin kendinde varlıklarının olamayacağını, çünkü bunların zamansız var olamayacağını ve zamanın da duyulara bağlı bir form olduğunu söyler. Buradan hareketle o, metafizikle uğraşmanın anlamlı olmadığı ve Tanrı’nın bu yolla bir ispatının yapılamayacağını, bunun yerine, modelini ortaya koyabileceğimiz bilimle uğraşılması gerektiğini ifade eder.
Çitil, Kant’ın bilinemez dediği hususlara değindikten sonra düşünürlerin ve akademinin Kant’tan sonra ne yapmaya çalıştığı üzerinde durdu. İnsanların Kant’ın geçilemeyeceğini iddia ettiği sınırların her birini geçmeye, onun bilinemez dediği her şeyi bilmeye çalıştıklarını aktardıktan sonra konuşmasının geri kalanında bu denemelere örnekler getirdi.
Örneklerden ilki kuantum fiziğine dairdi. Burada öncelikle Kant’ın fenomenal dünyaya bakışına değinen Çitil, onun insan tecrübesini ve uzay zamanda var olan fenomenal dünyayı bir adaya benzettiğini ve ona göre insanın içinde bu adanın ötesindeki denizlere açılma ihtiyacı olduğunu, ancak orada bir deniz olmadığını söyledi. Kuantum fiziğinde de benzer bir durum görüldüğü ve gözlem öncesinde orada gerçekten bir şeyin olduğunu bir türlü söyleyemediğimize değinen Çitil, buna rağmen durumun Kant’ın söylediği kadar net olmadığını, her ne kadar gözlem öncesi bir şeyin var olduğunu söyleyemesek de matematiğini yapabildiğimiz ve kuantum istatistiklerini hesaplayabildiğimiz bir durumla karşılaştığımıza dikkat çekti.
Fizikten sonra psikolojiden bir örnekle konuşmasına devam eden Çitil, Schopenhauer’ın asıl varlık dediği şeyin içsel histe kendi başına var olduğunu ve buna irade dediğini aktardı. Schopenhauer’ın bu çizgisi, Nietzsche ve Freud üzerinden şekillenen psiko-analitik kuramların da çerçevesini oluşturmaktadır. Zira burada tecrübeye konu olmayan, bilakis tecrübeyi kuran bir varlık alanından bahsedilmekteydi. Çitil’e göre insan tecrübesindeki bütün marazi durumları açıklamak için de bu çerçeveden faydalanılmıştır. Yani psiko-analitik kuramlar da psikolojik tecrübenin anlaşılmasında söylemin içerisine dahil olmaya başlamıştır. Tıpçılar psiko-analitik yöntemi geliştirirken tıbbi konuların ötesine geçip insani özde nasıl bir şey kuruluyor, ne ölçüde özgürüz gibi tartışmalar yapmaya başlamışlardır. Halbuki Kant, psikolojinin bilimi yapılamaz, yani psikoloji matematikselleştirilemez diyor. Buna rağmen o günden bugüne psikolojinin bir bilim olarak yapılmaya çalışıldığına değinen Çitil, nöro-psikoloji tartışmaları ve bilinç bilim dediğimiz şeylerin de bu tartışmaların uzantıları olduğunu, Kant’ın düşündüğünün aksine psikoloji biliminin yapılmaya çalışıldığını ifade etti.
Psikolojiden sonra yapay zeka ve dil meselelerine de değinen Çitil, bu alanlarda da Kant’ın matematikselleştirilemez dediği dil ve bilinç alanlarının matematiğinin yapılabilmesinde yapay zekanın rolü üzerinde durdu. Kant’ın iddiasına rağmen bugün yapay zekanın gelişmesinin bu alanların birer bilim olarak ele alınması ile çözülmeye çalışıldığını, yapay zekanın metafiziksel bir problemden fiziksel bir probleme indirgenmeye çalışıldığını söyleyerek bilincin nasıl ortaya çıktığı sorusuna bilimin mi metafiziğin mi cevap vereceğinin son derece müphem olduğuna işaret etti.
Ardından kara delikler ve evrenin oluşumu konusuna intikal eden Çitil, öncelikle Kant’ın evren hakkında insan aklının işleyişinin antinomik olduğunu söylediğini, buna göre mesela “Evrenin başı vardır” iddiasıyla ilgili ispat yapılabildiği gibi “Evrenin başı yoktur” iddiasıyla ilgili de ispat yapılabileceğini, ancak hiçbirine dair kesin hüküm verilemeyeceğini anlattı. Ardından Kant’a göre kara delikler hakkında da konuşulmaması gerektiğine değinen Çitil, bugün yapılanın tam tersi olduğunu, yani fizik vasıtasıyla kara deliklere dair hüküm verilmeye çalışıldığını, bu konuda da fizik ve metafizik sınırının son derece belirsiz olduğunu ifade etti. Ardından kısaca küme kuramına değinen Çitil, evrenin antinomik olması tartışmasının Tanrı ile de ilgili olduğunun altını çizdi.
Farklı bilimlere dair verdiği örneklerden sonra konuşmasına fenomonoloji ile devam eden Çitil, bu defa sözü tarihe getirdi. Kant’ın tarihin biliminin yapılamayacağını söylediğine değinen Çitil, Kant’ın tarihi bir ideal olarak ortaya koymasına rağmen bunun biliminin yapılamayacağını söylemesine dikkat çekti. Hegel’in erek devlet aşaması dediği aşamanın da Kant’ın ortaya koyduğu bu ideal üzerinden geliştiğini ve karşılaştırmalı siyaset çalışmalarında da aslında Kant’ın yapılamaz dediği bir şeyin yapılmaya çalışıldığını kaydetti.
Ardından evrim meselesiyle konuşmasına devam eden Çitil, Kant’ın evrimi doğrulayacak ya da yanlışlayacak verilerin toplanabilmesinin mümkün olmadığı düşüncesini nakletti. Çitil’e göre Kant evrime ilkesel olarak karşı çıkmasa da ispatlamak için veri toplanamayacağını iddia ediyor, ancak bugünkü tartışmalara baktığımızda bunun tam tersinin yapıldığını görüyoruz.
Başka bir örnek ile sözlerine devam eden Çitil, bir zamanlar metafiziğin bir dalı olan rasyonel kozmolojinin, fiziğin sınırları içerisinde bitirilip kuşatılabilirliğinin de tartışıldığını, bunun ise “Klasik mekanik ile kuantum nasıl bir araya getirilebilir?” gibi sorulara yol açtığını ifade etti. Penrose’a göre klasik mekanikle, Hawking’e göre ise kuantum mekaniğiyle kozmoloji yapıldığını belirten Çitil, Kant’ın her hâlükârda rasyonel kozmoloji yapmanın antinomik olduğu düşüncesini paylaştığını sözlerine ekledi.
Konuşmasına rasyonel kozmoloji, matematik, fizik, kara delikler, kuasarlar, genel görelilik kuramı, Gödel’in teoremi, entropi, big bang, tekillik tartışmalarıyla devam eden Çitil, bu meselelerin bilimsel olmanın ötesinde metafiziğe dair söz söyleme iddialarının da olduğunu ayrıntılı bir şekilde izah etti. Asıl tartışmanın tam da burası olduğunu, eğer bunlar metafiziğe dair söz söyleyebiliyorsa bunun Kant’ın haksız olacağı, söyleyemiyorsa ise haklı olacağı anlamına geldiğini belirten Çitil, konuşmasını şu maddelerde özetleyerek sonlandırdı:
- Batı düşüncesi, özellikle Alman felsefecisi Kant sonrasında temel bir yönelime sahiptir. Bu yönelim genelde felsefi, özelde akademik söylemden metafizik sorunların elenmesidir.
- Söz konusu bu elenme süreci, akademide konu edindiğimiz bazı temel sorunların ortaya çıktığı bağlamı oluşturmaktadır. Elenen metafiziğin yerini bilimler ve bilimlere dayalı diyalektik bir tartışma doldurmaktadır.
- Mevcut akademik tartışmalar, bu diyalektik tartışma konularıyla şu ya da bu şekilde ilişkilidir.
- Söz konusu projelerin nihai amaçları ulaşılabilir olmasa da bu projeler ilerledikçe, yapay zekada olduğu gibi, son derecede işe yarar teknolojiler gelişmektedir.
- Bu tartışmalarda ortaya çıkan varlık anlayışı ile klasik anlamda Müslüman düşüncesi içerisinde şekillenen varlık anlayışı arasında belirgin farklılıklar ortaya çıkmakta ve bu durum, ilahiyatla ilgili çok ciddi sorunları da beraberinde getirmektedir.