İslam Düşüncesi ve İlim Tarihi Yazarlığı

İslam Düşüncesi ve İlim Tarihi Yazarlığı

İSAR Güz dönemi kapanış konferansı, 26 Aralık 2021 tarihinde İSAR konferans salonunda gerçekleştirildi. Konferansın konuğu, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Tahsin Görgün’dü. Görgün, konuşmasında İslam düşünce tarihi ve ilim tarihi terimlerini ana başlık hâline getirirken istifade ve hatırlama gibi kavramların İslam düşüncesinde hangi noktada konumlandırıldığını tarif etti.

İslam düşünce tarihini ve ilim tarihini aynı çatı altında değerlendirmek gerektiğini vurgulayarak başladığı konuşmasında Görgün, İslam bilim tarihi denildiğinde “history of science” kavramsallaştırması üzerinden bir değerlendirme yapıldığını, dolayısıyla bu isimde bir çalışmanın içinde fıkıh gibi ilimlere rastlanmadığını ve yalnızca pozitif bilimlerin söz konusu olduğunu belirtti. Bu yaklaşımın oldukça Batı merkezli bir perspektife sahip olduğunu vurgulayan Görgün, bütün dünya tarihini Batı temelinde kurgulamanın doğru olmadığını ifade etti. İlimler tarihinin başlangıcıyla ilgili anlatının 19. yüzyılda inşa edilmiş bir algı olduğuna değinen konuşmacı, düşünce tarihinin Eski Yunan’dan başlatılmasını eleştirdi. Bahsi geçen ilimler tarihi anlatısının Aristoteles ve Galen etrafında şekillendirildiğini ve Yunan düşüncesi arka planlı bir fikir tarihi an­latısının merkezde bulunduğunu söyledi. Bu düşüncenin mimarlarından olan Vik­tor Kuzen, bütün bilimlerin Yunan coğ­rafyasından başladığını savunmuştur. Görgün’e göre bu düşünce, bizim İslam düşüncesini araştırmamızın önündeki büyük bir engeldir. Bu aşamada, Gör­gün tarafından dinleyicilere yönelik bazı sorular yöneltildi: “Düşünce, felsefeye indirgenecek kadar basit bir şey midir? Yahut, diğer medeniyetler kendi bilgileri­ni düşüncesiz bir üslupla mı kurguladı? Varlığını asırlarca sürdüren Çin medeni­yeti, bilge bir toplum olmadan nasıl ayak­ta kaldı? Aynı şekilde Müslümanlar, tüm yaşantılarını bilgisizce mi inşa ettiler?”

Bu sorularının cevabının olumsuz oldu­ğunu belirten Tahsin Görgün’e göre in­san, sorular sorabilen yegâne varlıktır. Bu iddianın ardından Görgün, Yunus Emre’den bir alıntıyla endişenin veyahut asli kaygının düşünceyi hayata geçiren temel unsurlardan biri olduğunu dile ge­tirdi. Görgün, Müslümanların düşünce tarihi eserlerine bakıldığında Babilliler, Hintliler, Çinliler vs. milletlerden bah­sedildiğini; böylece İslamiyetin tebliğ döneminden önce yazılmış eserlerin ve yapılan çalışmaların göz ardı edilme­diğini; ortada bir gizleme çabası olma­dığını ifade etti. Günümüzde de felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi alanlardan muhtelif okumalar yapıldığını söyleyen Görgün, ilmin bireysel gelişen bir olgu olmadığını vurguladı. Bir insanın adaya kapanmakla tek başına bir ilim üreteme­yeceğini, Hayy bin Yakzan’da anlatılanın bu olmadığının altını çizerek eserin, İbn Tufeyl’in düşüncesinin bir yansıması ol­duğunu dile getirdi.

Görgün’e göre istifade kavramı bizim algımızda önemli bir yer tutmaktadır ve istifade etmek için öncelikle var olmak gerekir. Çin’de 7. yüzyılda Konfüçyanizm unutulmuş, fosilleşme söz konusu olmuştur. İran ve Bizans kültürü de aynı dönemde benzer bir süreçten geçmiş­tir. Platon ve Aristoteles düşüncesi de fosilleşmiştir. Farklı kültürlerle ilgili bu görüşleri serdeden Görgün, o dönemde varlık belirten kimselerin Müslümanlar­la irtibat içerisinde çalışmalarını gerçek­leştirdiğini söyledi ve bunun bir örneği olarak Yuhanna ed-Dımaşkî’yi gösterdi.

Görgün’e göre düşünce, kaygı ve irtibat­landırma merkezinde değerlendirilme­lidir. “İkra bismi rabbike” denildiğinde “rabbike” ifadesi insanın konumunu tayin eder ve bu konum, kulun Rabbinin huzurunda bulunmasıdır. Görgün, insan-ı kâmilin rubûbiyeti tam olarak yaşamış kimse olduğunu; insanın özünün ubûdiyet temelinde geliştiğini ifade etti. Bu iddiaya göre insan, varoluşunu bağımlılık ilişkisi çerçevesinde geliştirir. İnsanın peygamberle bağı, bahsedilen bağımlılık ilişkisine bir örnektir. İnsanoğlunun muhafaza edilmesi, peygamberle irtibatının insanoğlunun hatırlamasıyla ilim ve düşünce tahakkuk edebilir. Hatırlama, kişinin kendisinde var olanı kendinden önceki nesillerle irtibatlandırmasıdır. Görgün, evrim teorisindeki genetik açıklamanın özünün de bahsedilen hatırlama işlemine dayalı olduğunu dile getirdi. Bu noktada ilim geleneğimizle bir bağ kurarak, tabakat eserlerinin de genetik olarak kendinden öncekini hatırlamayla alakalı olduğunu dile getirdi.

Peki, insanın Rabbinin huzurunda bulunması nasıl gerçekleşecektir? Görgün’e göre Cibrîl hadisi, huzurda bulunma hadisesini çok güzel tarif eder. Bu hadisteki ihsan bahsinin, Allah’ı görür gibi ibadet etmek olduğunu; “İlim nedir?” sorusunu sorduğumuzda, cevabını Ebû Hanîfe’nin şu şekilde verdiğini aktardı: “Nefsin lehinde ve aleyhinde olanı bilmesi”. Öte yandan, Fârâbî’nin ise dil, düşünce ve varlık alanlarını bir ayrıma tabi tuttuğunu vurgulayan Görgün, Fârâbî’nin Yunan düşüncesinde bulunmayan nübüvvet faktörü olduğunu söyledi. Fârâbî’nin Ahlak sistemine bütün rengini veren faktör Nebî idi. Görgün’e göre Fârâbî Medine’yi göz önüne alıyordu, el-Medînetü’l-Fâzıla eseri bu düşüncenin etkisiyle yazıldı. Fârâbî, Aristoteles gibi Yunan filozoflarından istifade etti ancak istifade etmekle yetindi; onların düşüncesini üstlenmedi. Burada bahsi geçen “üstlenme” meselesinin oldukça mühim olduğunu vurgulayan Görgün; kelam, hadis gibi alanların tayin edici, merkezî bir konumda bulunduğunu dile getirdi. Geriye kalan tüm ilimlerin de bahsi geçen merkezî konumla irtibat içerisinde bulunduğu bir düşünce tarihi yazımını Müslümanların gerçekleştirme­si gerektiğini İSAR talebelerine hatırla­tan Görgün, bu şekilde üzeri örtülmüş bir insanlık tarihinin gün yüzüne çıkarılmış olacağını ehemmiyetle vurguladı.

Güz dönemi kapanış konferansı, soru-ce­vap faslının ardından son buldu.

İSAR Bülten'e

Abone Olun!