FAİZSİZ BANKACILIK UYGULAMASI OLARAK SUKUK - YRD. DOÇ. DR. ABDULLAH DURMUŞ – DR. İSMAİL CEBECİ

1 Eylül 2014
12:30

Yazar
Mehmet Hakan Vaizoğlu

Bülten Yazımız

İSAR İslam ve Finans Seminer­lerinin 9.’su, “Faizsiz Bankacı­lık Uygulaması Olarak Sukuk” başlığı altında, Akdeniz Üni­versitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Abdullah Dur­muş, İSAM’dan Dr. İsmail Ce­beci ve Kuveyt Türk Katılım Bankası’ndan Mustafa Begün’ün konuşmacı olarak katılmaları ile 30 Mart 2013 Cumartesi 18.00’de gerçekleştirildi.

Fıkhi bir enstrüman olarak su­kuk konusunu ele alan Abdullah Durmuş, sukukun yeni yaygınlaşmaya başlayan bir uy­gulama olduğu ve yerleşik kabul görmüş stan­dartlardan söz edilemeyeceğini vurguladı. Su­kukun çeşitlerine dair verdiği bilgilerde sukuk çalışmalarında en saygın konumda olan AAO­IFI isimli kuruluşun standartla­rının esas alındığını belirtti.

Durmuş, öncelikle finansman yöntemleri içerisinde sukukun nasıl bir yer edindiğine değindi. Böyle bir yapılanmaya, biri su­kuku ihraç edenlerin, diğeri de sukuk yatırımcısının olmak üze­re iki açıdan ihtiyaç duyulmak­tadır. İhraç eden, mevcut klasik finansman yöntemlerini karşıla­makta zorlandığı konularda, bir varlığın mülkiyetini, menfaatini ve ortaklık teşebbüsünü dayanak alarak, bü­yük montanlı finansman ihtiyacını birçok ya­tırımcının ortaya koyacağı para ile gidermeye yönelmektedir. Sukuk yatırımcısı ise bir tarafın karşılayamayacağı büyük yatırım projelerin­den gelir elde etme fırsatı ve istenildiği anda ikinci elde satma imkanına sahip olma ihtiyacı duymaktadır.

Eskiden istihkak senedi, borç senedi, ödeme emri anlamlarında kullanılan sukuk, bu men­kul kıymetleştirmenin İslami versiyonu olarak ifade edilebilir. Finansal anlamda, bugün uy­gulanan sukuk ise; bir mal, menfaat, hizmet, belirli bir proje, ve/veya yatırımın varlığı üze­rinde eşit değerdeki hisseleri temsil eden mali vesikalar olarak tanımlanabilir.

AAOIFI’nin sukuka dayalı bir takım standart­larını aktaran Durmuş, borca dayalı sukuk çıkartılmasının caiz olmadığını dile getirdi. Söz konusu standartlara göre sukuk sahipleri, sahip olunan şeyin menfaatine de riskine de malik olurlar. Bütün sukuklarda mutlaka mal, menfaat ya da ortaklık üzerinde mülkiyet tesi­si gereklidir.

Sunumunun sonuç kısmında, günümüz piya­sasında sukuk gibi büyük hacimde finansman sağlayan, çok sayıda yatırımcıyı bir araya ge­tirebilen, istenildiği an nakde dönme imkanı veren bir enstrümanın mutlak bir gereklilik olduğunu vurgulayan Durmuş, ancak bu iş­lemde, faizli menkul kıymetleştirme ile özdeş hale gelmesine neden olan şartlardan uzak durulması gerektiğini belirtti. Nihayetinde Durmuş, konu hakkındaki hukuki düzenle­melerin AAOIFI standartları ve İslam Fıkıh Akademisi kararlarına göre düzenlenmesi ge­rektiği kanaatinde olduğunu beyan etti.

İkinci konuşmacımız İsmail Cebeci, İslam hukuku ve sukuk arasındaki ilişkiye dair problemli meselelere ve sukukun bugünkü uygulanma tarzı ve bugüne kadar gerçekleşti­rilemeyen hedeflere ulaşılmasına yönelik dü­şüncelerini aktardı. İslam dünyasındaki temel problemlerden olan insan unsuru ve maddi kaynakların organize biçimde kullanılama­ması, büyük sermayeye ihtiyaç duyulduğunda problemlerin içinden bir şekilde çıkılamaması­na değinen Cebeci, sukukun gerçekten bunlara cevap olabilecek bir uygulama mı yoksa bono, tahvil gibi faizli işlemlerin taklidi niteliğinde mi olduğu; finans kurumlarının çok dar çerçe­vede kalması, topluma fazla fayda sağlayama­ması gibi eleştiriler karşısında sukukun yeteli bir yaygınlık kazanıp kazanmayacağı; faizsiz finans sektörünün işleme biçiminde, küçük sermaye gruplarının birleşerek büyük sermaye oluşturmasının toplumun diğer kesimlerinin hep dışarıda kaldığı üzere sadece belli başlı zümrelerin dahil olduğu süreçler olup olmadı­ğının düşünülmesi gerektiğini belirtti.

Sukukuk bir mürekkep akid olması, sukukta vaad unsurunun varlığının, yani kuruluşun en sonunda belli bir fiyattan kiraladığı varlığı geri alacağını vaad ettiğinin önemine değinen Cebeci’ye göre, sukukta akdin başında kanu­ni olarak ya da tarafların belirlediği o kadar çok şartlar ileri sürülmektedir ki şartların akidle çelişmemesi gerekliği ilkesi üzerinden akdin cevazı tehlikeye girmektedir. Cebeci’ye göre sukukun en önemli özelliği risk mesele­si, risk-garanti dengesidir. Sukuk sahiplerinin mülkiyet haklarından bahsediyoruz ama ger­çekte pek çok sukuk uygulamasında mülkiyet hakkı yoktur, şirketler sadece sermaye üze­rinden gelir hakkı tanıyorlar. Bu çok ciddi bir eleştiridir zira mülkiyet olmadığında risk de alınmış olmuyor, sadece gelire ortak olunuyor, dolayısıyla akdin getirdiği yükümlülüklerden kaçılmış oluyor. Ayrıca uygulamada görül­mektedir ki kaynak kuruluş, işlemin sonunda anaparanın ödeneceğini garanti etmektedir ki bu fıkhi prensiplerle çelişmektedir. Eğer su­kuk işleminde zarar söz konusu olursa işlet­meci sukuk sahiplerine borç vermeyi taahhüt etmektedir ve bu borcu sonraki işlemlerden çıkarmayı hedeflemektedir.