İSAR TEZ SUNUMLARI – VIII AFÎFÜDDÎN TİLİMSÂNÎ’DE İLÂHÎ İSİMLER NAZARİYESİ

6 Aralık 2016
11:24

Bülten Yazımız

Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Ana­bilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı’ında 15.06.2016 tarihinde “Afifüddîn Ti­limsânî’nin İlâhî İsimler Nazariyesi ve Meâni’l-Esmâi’l-İlâhiyye Adlı Eserinin Tahkiki” başlıklı doktora tezini başa­rı ile savunan Orxan Musaxanov, 6 Aralık 2016 tarihinde “Afîfüddîn Ti­limsânî’nin İlâhî İsimler Nazariyesi” başlığıyla İSAR Tez Sunumları kapsa­mında sunumunu gerçekleştirdi. Mu­saxanov, Tilimsânî’nin h. 610 Cezair doğumlu olduğunu belirttikten sonra gerek ilim amaçlı seyahatleri ve gerek­se bu seyahatler esnasında dönemin meşhur âlimleri ile olan görüşmelerini dile getirdi. Seyahat noktaları arasında yer alan Şam ve Anadolu vilayetleri, ona dönemin önde gelen düşünürleri ile tanışma fırsatı sağlamıştır. Tasavvuf geleneğinde var olan ilmî canlılığa ta­zelik kazandırdığını ifade eden Musak­hanov, onun oldukça karmaşık ve bir o kadar da ilgi çekici olan “İlâhi İsimler Nazariyesi”ni sade bir anlatımla katı­lımcılara aktarmaya çalıştı.

Tilimsânî’nin söz konusu nazariye­si birtakım aşamalardan oluşmakta­dır. Bu aşamaların başında Cenâb-ı Hakk’ın “Esmâ-i Hüsnâ” olarak bilinen doksan dokuz isminin sıralanış biçimi gelmektedir. Bu görüşte Tilimsânî ilk olmamakla beraber kendinden önce gelen bazı sûfîler arasında kabul gören “her isim her isimde vardır” kaidesini o da benimsemiş ve ilâhî isimlerden bazı­sını öz olarak bazısına tercih etmemiş­tir. Ancak görünüşteki bazı sıralanışlar farklı itibarlara dayanmaktadır. İtibar sahibi olan varlıkların başında da in­sanlar gelmektedir. İnsanlar kendi ih­tiyaçlarına göre farklı zamanlarda Ce­nab-ı Hakk’ın birtakım isimlerini daha çok ön planda tutmuştur.

Tilimsânî, ilâhî isimleri göreceli görür. Bir başka ifadeyle Allah her yönüy­le bir olduğundan, onun isimleri biz mahlukat tarafından önem arz eder. Bu bakımdan Allah’ın isimlerine atfedilen önemden hareketle Tilimsânî’ye göre O’nun mahlukat ile müşterek olmayan iki ismi bulunur: Allah ve Rahman. Çünkü bu iki isim Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Bütün isimlerin kendileri­ne döndüğü “Allah” ve “Rahman”, asıl ismi de mutlak hüviyetin ismi olan “el- Hû” ismine dönmektedir. Tilimsânî, ilâhî isimler nazariyesi ile âlem-i sağîr, kevn-i câmî ve insan-ı kâmilin en yetkin örnekleri olan peygamberler üzerine yansımasını savunur.

Söz konusu nazariyede Tilimsânî’nin ilâhi isimleri göreceli görmesi hasebiyle bunun onun varlık anlayışına da yansı­dığı görülür. Zira bizzat İbn Arabî’nin kendisinden Futûhât dersleri okuyan Tilimsânî, hocasının “a‘yân-ı sâbite” nazariyesini kabul etmez. Şöyle ki; Ti­limsânî varlık ve varlığın mertebeleri (Hakk ve Hakk’ın mahlukları) arasında vasıtayı kabul etmemektedir. Ona göre varlık ve yokluk arasında vasıta yoktur. Varlık ve yokluk arasında mevcûd ve ma’dûm olmaksızın bulunan “a‘yân-ı sâbite” veya başka bir isimlendirmeyle mevcûd ve ma’dûm olmayan mahiyet­ler itibârîdir. Onun varlık anlayışı ilâhî isimlere yansımıştır.

Tilimsânî’nin ilâhî isimler nazariyesinin en temel özelliklerinden olan isimler arası iç içe geçişini ayrıntılı olarak
sunan Musakhanov, bu nazariye ile gerek Meşşâî felsefesindeki sudûr ve gerekse İbn Arabî çizgisindeki tasavvufçuların “a‘yân-ı sâbite” anlayışlarını kabul etmediğini vurgulayarak sunumunu sonlandırdı.